İlk yazımın sonunda geleceğe dair kısa vadeli planlarımda nedense gözümün önünde denizin kıyısında, renkli bir karavan canlandı. Öylesine bir uçuk hayal ve bunun hikayesi yazılır da dedim. Bir hikaye yazacak olsam başlığı da “Into the Wild: Bir Karavan Yolculuğu” oldurdu sanırım. Henüz yazmaya başlamış olmasam da bu karavan mevzusunun nereden aklıma geldiğini kısaca açıklamak isterim.
Yazıma geçmeden önce gezgin şantiyecinin instagram hesabını takip etmeyi, facebook sayfasını şu linki tıklayarak beğenmeyi ve youtube kanalına abone olmayı unutmayın. Ayrıca bu bloga abone olursanız yeni yazılardan ilk siz haberdar olursunuz. Bu bloga gezgin şantiyecinin hikayelerini okumaya geldiyseniz sizi şöyle alalım.
Karavanın aklımda yer ediş zamanı “Into the Wild” filmini izlediğim zamana denk geliyor sanırım. Filmi izlediğimde ana karakterimiz Christopher’ın öncelikle kendisini ve sonuç olarak yine kendisini cezalandırdığını düşünmüştüm. Başarılı bir mezuniyet derecesi sonrasında, materyalist düzene karşı durup kendini keşfedebileceği bir doğa ile barışık yaşamayı tercih etmiş fakat… Trajik bir son… Doğanın onun beklentilerini altın tepside sunmadığına tabii ki şaşırmadık ama Christopher’ın kendi doğası ile yüzleşme anlarının tüylerimizi diken diken etmesi kaçınılmazdı.
Kendi doğamız demişken, bu ifadeye temel sağlayan düşünceler, kişiler, zaman ve olaylar… Her birimizin kendi “into the wild” ı vardır görmezden gelemediği. Yapı taşlarımızdan biri olarak gelir doğamıza ve baki kalır içgüdüsel olarak. İçgüdüsel olarak, evet. Çünkü büyük büyük atalarımız hayatta kalmak ve soyunu sürdürmek adına mevcut olan tek bir tabiatın farklı vahşi boyutlarında her tür canlı ile savaşarak var olmuştur. Genlerimizdeki vahşiliğe arada göz kırpmamız da bu durumda kaçınılmaz olsa gerek. Bilincimizi kontrol ederken bu etkeni saf dışı bırakmamız imkansız.
Bir karavan yolculuğunu neden hayal ediyorum peki?
Bu soru gerçek bir hikayeye şöyle basit bir kurgu üretebilir: Planlı bir rotada, belirli noktalarda konaklamalı, doğayla birlikte, barışık ve baş başa vakit geçirmek. Karavan bir araç sonuçta, mobilizasyonu sağlamak ve temel ihtiyaçları karşılamak için var. Kendimizi kapitalist düzene bu kadar esir etmişken, doğadan gittikçe uzaklaşırken, köylere, kasabalara cazibe merkezi sıfatı verirken, betonsuz konumlara ve mavinin, yeşilin gerçek tonuna özlem duygusu baskın geliyor haliyle. Bu arada motorlu bir araçtan vazgeçemiyoruz ne yazık ki. Gerçi Yörüklük de var genlerimizde biraz, neyse…
Bu hikayedeki karavanın geçeceği yerlerde ateş, kömür, av, şiddet, korku, kaygı, kızgınlık, kıskançlık, hastalık, vb. çoğu insan üretimi olan olumsuzluklara yer olmamalı mümkünse. Bu yolculuğun felsefesi modern dünyadaki “into the wild” ımızın keşfi ya da keşfinin başarısızlığı olabilir. Yolculuğun ve hikayenin sonunda böyle hayal olmaz olsun da denebilir.
Christopher’ı anarak, onun deliliğine ve karmaşıklığına fazla özenmeden ama bir yerde tabiatın güzelliklerini kendi doğamızda hissederek ve yaşadığımız mutluluğu paylaşılabilir kılarak, hazır pandemi günleri devam ederken, en azından zihnimizdeki karavanımızda bir yolculuğa çıkarız belki.